Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku
Erdal Beşikçioğlu oynadığı için izlediğim ve beğendiğim bir film oldu. Onun yerinde başkası olsa ''eh işte'' derdim doğrusu.
Türk televizyon dizilerinin onda dokuzu çöp. Kıyafet , çanta, ayakkabı ve takı satmak için kurgulanmış 180 dakikalık moda kataloğu videosu . Serenay'la aynı küpeyi veya çantayı kullanınca havalı olduğumuzu sanıyoruz. Sadece seyretmek ve sergilemek üzerine yaşanıyor. Dünyamız bunlardan ibaret. Sergileyecek bir şeyimiz yoksa bir hiçiz. Çok katlı avm'nin uyduruk bir hamburgercisinde yemek yesek yer bildirimi , uçağa binsek yer bildirimi, kahve içsek yer bildirimi. Altında da yorumlar ''afiyet olsun cnm, sefan olsun tatlım'' . Eeee, ne oldu şimdi? Birileri sana imrendi mi, kıskandı mı, böylece daha kabul edilebilir bir hayatın mı oldu? Dizi sektörü bu ''teşhir'' hastalığının en ateşli azmettiricisi bence.
Gel gelelim arada sırada öyle işler yapıyorlar ki hayranlıkla izlememek elde değil. Behzat Ç. Gibi. 2010 yılında yayınlanmaya başlayan diziyi çok severek takip etmiştim. Hala açıp izliyorum arada sırada ('Evde' isimli 84. bölüm favorim). Pilli Bebek'in müzikleri, Hayalet ve Akbaba'nın naif / romantik halleri, Güven Kıraç ve Nejat İşlerin esprili rolleri, Canan Ergüder'le başlayan savcı Esra- Behzat aşkı, her bir karakterin okkalı birer ''kaybeden'' olması ilk aklıma gelenler Behzat'ı düşündüğümde.
Beşikçioğlu'nu bu sayede keşfettim. Tanıdıkça, izledikçe, okudukça daha çok sevdim. Hem oyuncu olarak çok başarılı hem de sıradan bir adam. Kızına, oğluna, eşine olan bağlılığı hemen hissediliyor. Onlarla bir arada akşam sofrasına oturmaktan, kızını okula birakıp almaktan, karısıyla ilgili sözlerinden buram buram ''aile babası'' olmaktan aldığı haz hissediliyor.
Gelelim filme.
Arif Berke henüz hiçbir kitabı basılmamış bir yazar. Bir gece klubünde dj'lik yaparak kıt kanaat geçiniyor. Kadınlarla ıssız adam kıvamında ilişkileri oluyor. Derken bir gün katıldığı bir düğünde sigaraları ile konuşurken kendisini izleyen bir kadınla karşılaşıyor. Kadın hem güzel hem cesur hem de ağzı iyi laf yapıyor.
Bir yaşam istiyorsan, çal onu’
Derken günün birinde Arif’in karşısına kafasında bir vesikalık halinde duran o kadın çıkar: Müzeyyen. Yaşadığı hayat gibi, yazdığı romanın da başkahramanıdır bu kadın. Onu şöyle tanımlar: “Hiçbir zamana ait değilmiş gibi duran, yetişecek hiçbir yeri yokmuş gibi kayıtsız yürüyen, pencereden giren sabah güneşlerine karşı birlikte uyanabileceğim, hem biraz sokulgan hem alıp başını giden, hem çapkın hem sadık”... Hepsi bu kadar değil tabii. Bir kere kendini seven, bu nedenle de kolayca sevilen bir kadındır Müzeyyen. Kimseyi etkilemeye çalışmaz. Sıcakkanlıdır. Arif gibi adamların tekinsizliğini etkileyici bulur, onları evcilleştirmekle filan uğraşmaz. Maharetli bir oyunbozan olduğundan, daha önceki ilişkilerinde kadınlara paspas muamelesi yapan adamların bütün kalelerini bir gülümsemeyle yıkıverir. Kendine güveni sonsuzdur. Hayata karşı sertleşmeden olanca naifliğiyle meydan okur. Neşelidir ve evet cilveli de... En önemlisi ‘iyi bir kadın’ olmanın çok yorucu olduğuna inanır. Öyle büyük bir iştahla kendini anlatmaz, karşısındaki erkeği etkilemek için klasik kadın oyunlarına haşa tenezzül etmez, o güne dek sevgilisini kıskanma duygusunu tatmamış adamı kıskançlıktan kıvrandırır. Ama bütün bunları hesaplı kitaplı yapmaz. Filmde Arif’in çok iyi ifade ettiği gibi “Bizim buralarda kadınlar, ayıp günah yasak üçgeninde sıkıştırılmış vaziyettedir. Ama öyle görünüyordu ki Müzeyyen bu üçgeni çoktan yırtmış yerine bir şeytan üçgeni yaratmıştı”. Öyle bir kadın düşünün ki kitaplığındaki tek fotoğraf çerçevesinde, zekâsıyla Nietzsche, Freud ve Rilke’nin aklını başından almış, onları kara sevdaya düşürüp ‘çıt’ diye terk etmiş Lou Salome’nin fotoğrafı var. Altında da şu yazı: “Dünya sana hediye sunmaz, inan bana, bir yaşam istiyorsan, çal onu.”
Arif feci tutuluyor Müzeyyen'e . Birlikte yaşamaya başlıyorlar ama kızımızın geçmişte kalmış olması gereken bir sevgilisi var. Bir şekilde bu adam ortaya çıkıyor ve Müzeyyen Arif'i pat diye tek ediyor.
Hikaye bu ama arka plandaki edebiyat, İstanbul ve Erdal Beşikçioğlu benim için yeterli oldu. Keşke sinemada izleseydim.
![]() |
| Finali oldukça güzeldi, Arif'in Müzeyyen'e verdiği cevap ve Müzeyyen'in neler kaçırdığını gösterme şekli çok çarpıcıydı. |
![]() |
Seviyoruz merkez :) |
| Amirimi böyle yumuşak yumuşak, aşkla bakarken izlemek ne hoş.. |
Derya Alabora'nın ''Öyle ilişerek ilişki olmuyor. İlişki dediğin sorumluluk istiyor. '' ve ''Her hikayenin sonunu sen yazamazsın '' cümleleri aklımda kalan.
En sevdiğim sahnelerden birinde ise Arif Müzeyyen'e ''Benim kadınım olur musun?'' diyor . Besbelli etkisi kanıtlanmış bu soruya Müzeyyen'in cevabı bence harika:
'' O zaman kendimi güneşin huzurunda senin kadının ilan ediyorum ama aslında ben senin fahişen olmak isterdim. Beni sadece bedenim için sev isterdim. İyi bir kadın olmak çok yorucu, anlıyorsun değil mi?''
Not: Aynı yönetmenin altın portakallı filmi Geriye Kalan'ı da izledim. Malesef hiç beğenmedim. Çok basit, klişe. Neye göre ödül almış anlamadım. Benim için vakit kaybıydı :((
Not: Aynı yönetmenin altın portakallı filmi Geriye Kalan'ı da izledim. Malesef hiç beğenmedim. Çok basit, klişe. Neye göre ödül almış anlamadım. Benim için vakit kaybıydı :((
Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku
Reviewed by Unknown
on
Kasım 23, 2015
Rating:
Reviewed by Unknown
on
Kasım 23, 2015
Rating:



Hiç yorum yok